23 Ocak 2015 Cuma

Öpüşmeden Sevişenler

Günümüz siyasetçileri! Evet en büyük örnek onlar. Hissiz, duygusuz. Sadece yapmış olmak için yapanlar. Bencilce kendi çıkarlarını ve zevklerini düşünenler.

Yoksa başka türlü "CUMHURİYET" rejiminde yaşayıp aynı rejimi "reklam arası" olarak nitelendiremezlerdi. Ya da bir takım olaylar patlayınca, durumu kurtarabilmek adına "ne istediler de vermedik" deyip, karşı taraf yanaşmayınca "bunlar paralel, inlerine gireceğiz" gibi cümleler kurmazlardı.

Dünyanın bir ucunda yaşayan insanlara yardıma gidip onları eldivenle sevmezlerdi. Ya da başka insanlar için ağlarken, kendi insanlarını terörist ilan etmezlerdi. "Zulme boyun eğen, zulmeden kadar suçludur" deyip, paravan olmamak için direk zulüm eden olmazlardı. "Rabbim bizi biliyor" deyip, "her Cuma bir ayet" sallamazlardı.

Diğer ülkelerin polisi halka şiddet gösterdiğinde "Kınayıp" kendi halklarına polis şiddet gösterince onları "kahraman" ilan etmezlerdi. İşte "öpüşmeden sevişenlerin" en büyük kanıtı geliyor: Aynı polisler kendileri aleyhinde bir şeyler yaptıklarında "vatan haini" ilan edip sürmezlerdi.

"İleri demokrasi" diye dillerinden düşürmedikleri şeyi, bütün sanat ve sanat camiasına baskı kurarak, medya organlarının hepsini susturarak gerçekleştirmeye çalışmazlardı.

Bu olaylar yaşanırken "anne benim niye püskevitim yok" demezlerdi. Halk direndiği zaman "sakın sokağa çıkmayın" diye açıklama yapmazlardı.

Bir diğerleri ise "hesabını soracağız" deyip hala onlarla yüz yüze bakmazdı. "Tüyü bitmemiş yetimin" hakkını arayacağız deyip de, kendi içlerindeki haksızlıklara göz yummazlardı.

"Biz halkın kazanacağına inanıyoruz" deyip küçücük çocukların eline silah vermezlerdi. "Siz bizi hiç sevmediniz, hep ikinci sınıf insan muamelesi yaptınız" deyip, istediklerine göz kırpınca "hükümetle her şey çok güzel devam ediyor" demezlerdi.

Yani sevgili okurlar demem o ki hepsinin kafasında başka bir şey var. Alttan bir birlerini tatmin ediyorlar ama sadece suratlarını gösteriyorlar. Hesaba katmadıkları tek şey ise orgazm olduklarında ağızlarından akan suyu saklayamıyorlar.

17 Ocak 2015 Cumartesi

Kargo İle Atmaca Göndermek!

17 Ocak 2015 tarihinde evimde gelecek olan kargomu beklemekteydim. Kargo aracı sürücüsü Ahmet bey aradı. Kargomu almak için çıktığımda elinde bir atmaca tuttuğunu gördüm.

-Nerden geldi abi bu, ne alaka?
A.-Veteriner fakültesine gelmiş vallaha bilmiyorum
-Abi kargoyla atmaca mı gönderilir nasıl bir şey bu
A.-Vallaha bilmiyorum abi. Göndermişler işte. Yaralıymış hayvancağız
-Abi yazık günah bu ne saçmalık ya? Bari adam gibi kafeste yollasalardı. Sebze sepetinde hayvan mı yollanır?
A.-Abi bunlar böyle işte.

Yaşadığım olay karşısında böyle bir hayvanı bu kadar yakından gördüğüm için mutlu olmuştum tabiki ama böyle bir haksızlığı da hazmedemedim. Söylenecek çok bir şey yok!

Haber ve Görüntü: Bedirhan Fırat CANPOLAT



15 Ocak 2015 Perşembe

Büyüdün mü?

Kendime ait bir evim var anne. bana ait şeyler var içinde. Henüz tam olarak sahibi değilim. Kiracılık babadan kalma bir şey biliyorsun. Tamamen bana ait olması fikri beni ürkütüyor. Belki de hiç bir şeye tamamen sahip olamadığım içindir bilemiyorum.

Yemeklerimi ben yapıyorum anne. Bulaşığımı ben yıkıyorum. Senin gibi günde üç öğün ve üç çeşit değil ama acıktıkça yapıyorum işte bir şeyler. Acıdan beslenirim bilirsin. İçimde her zaman ezik bir yan vardır. Hiç bir şey geçirmez bu ezikliği. Ne aşk, ne para. Yaratıcılığımın ilham perisidir eziklik. Rahatsız yaşamaya o kadar alışmışım ki senin yanında rahat olduğum için kalamıyorum artık yanında. O kadar huzurlu oluyorum ki, hiç bir şey üretemiyorum. Bu beni rahatsız ediyor. Bu yüzden kalamıyorum yanında. "Akşam ne yemek istersin" dediğin için acıkmıyorum mesela, "çay içermisin" diye sorunca vücudumun %99'u su ile kaplanıyor, canım istemiyor.

Yalnız kalmaya o kadar alışmışım ki, senin yanında kocaman bir kalabalığın içindeymişim gibi geliyor. Rahat edemiyorum. Yalnız uyuyamam bilirsin, odada açık bir çekmece veya dolap kapağı varsa da uyuyamam. Ama seninleyken hiç umrumda olmuyor. Nasıl olsa ben gece uyurken kontrol edeceğini biliyorum. Senin yanında huzurluyum baba. Bu beni rahatsız ediyor. Diken üstünde yaşamaya o kadar alışmışım ki sana sırtımı dayamak, arkamda olduğunu bilmek bu güne kadar tırnaklarımla kazıyarak işlediğim bütün kurallarımı alt üst ediyor.

Kendim dışında hiç kimseyi düşünmemeye o kadar alışmışım ki sevgili kardeşim, seni gözetip korumak beni yoruyor. Ben anı yaşarım bilirsin. Aklıma gelen bir şey olursa yaparım. Sonucu benim için önemli değildir. Nasıl olsa bir çaresini bulur kurtulurum. Ama sen yanımda olunca o kadar çok her şeyi hesaplıyorum ki başım ağrıyor. Aklıma bir şey gelince sonucunda sana zarar gelir mi diye o kadar çok düşünüyorum ki hiç bir şey yapmak için gerekli enerjim ve hevesim kalmıyor.

Ben büyüdüm ailem. Kendi başımın çaresine bakabiliyorum. Bazen aç yatıyorum, bazen de okula yürüyerek gidiyorum. Bazen çok ama çok bunalıyorum, asla ağlamıyorum. En azından ağlamadan önce kendimi telkin ediyorum. Çocuk gibi zırlamıyorum. Evet hala ağlarken konuştuğumda sesim ince çıkıyor. Ama ben yaşıyorum ailem. Yemek yapıyorum, ev temizliyorum, iş arıyorum, okuluma gidip geliyorum.

Büyümek demek ailenden kopmak demek değildir. Büyümek demek hep onlarla olup, günlük ihtiyaçlarını kendin karşılamak demektir. Ben büyüdüm ailem.

12 Ocak 2015 Pazartesi

Müsait Değilim!

Gıcık olduğum kelimeler listemdeki ilk beş'de yer alan kelime. Müsait değilim! Alt metinlerini zaten biliyoruz.

Müsait değilim: Arama beni artık bıktım, konuşmak istemiyorum.
Bunu "müsait değilim" diye anlatmana gerek yok. Açarsın telefonu insan gibi söylersin.

Müsait değilim: Şuan senden daha önemli işlerle uğraşıyorum. 

Asıl anlamadığım şey de, ben kalkmış seni aramışım. Telefonu meşgule atıyorsun. Sonra da diyorsun ki müsait değilim. Ben seni arıyorum da sen müsait olmuyorsun! 

Burdan çıkartılması gereken sonuç sevgili okurlar benim egom değil. Evet egoist biriyim, kabul ediyorum. Ama hala içimde insanlara karşı iyi şeyler besleyebilen, onları düşünen, çocu zaman da iyilikleri için uğraşan biriyim. Üzüldüğümden değil tabiki. Sadece sinirleniyorum. Yani biri senin için bişeyler yapmaya çalışıyor, arıyor, soruyor veya bir takım saçmalıklarda bulunuyor. Sevinmen gerekir. O saçma hayatında senin için çırpınan birisi var çünkü.

Sevinmezsen ne mi olur. Kıymet bilmezsen, yapılanı takdir etmezsen ve görmezden gelirsen ne olur biliyor musun? En başa dönersin. O küçük dünyanda yapayalnız kalırsın. Senin için bir şeyler yapan tek kişiyi de hayatından çıkarırsan kimsesiz kalırsın. Arkasından ağlayacağın şeyleri kaybetmemeye çalış. Çünkü bazı adamlar görmen için ne kadar uzun süre sensizliğe katlansa da bu durumdan sıkıldıklarında geri dönüşleri yoktur. Onurlu insanlardır. Ağlayışın veya yalvarışın onu geri getirmeyecek. Yaz bunu bir kenara! Kaybettiğin ve katlettiğin her iyi adam için, milyonlarca katı acı çekeceksin...

2 Ocak 2015 Cuma

Yalnız Uyuyamam!

Herkesin bir takım obsesyonları, fobileri ve ruh halini anında değiştiren olayları vardır. Bende hepsi mevcut. Korkmak insani bir şeydir. Korkaklıkla alakası yoktur. Korku her canlıda var olan bir durumdur. Korku belirli bir şey, durum veya kişiden olabilir. Korkaklık ise bunların hepsinin aynı anda olması demektir. Yani her şeyden korkmak korkaklıktır.

Obsesyon(takıntı) Çok fazla düşünülmesi gereken bir şey değil. Bir kadına, arabalara, köpeklere, yemeklere vs hemen hemen her şeye takıntılı olabilirsiniz. Siyah bir kedi gördüğünüzde o gidene kadar ona bakıp saçınızı çekmeniz de bir obsesyondur mesela.

Benim takıntılarım biraz daha ruh haslığı derecesinde. Tek başıma uyuyamam mesela. bayılana kadar döner dururum yatakta. Ne zaman ki beynim iznim dışında şartel kapatır anca o zaman dalarım uykuya. Dolap kapakları açıkken uyuyamam mesela. Yattığım odada kapı dahil bütün açık yerlerin kapalı olması lazım. Baba mesleğinden kalma bir kendini koruma programı diyebilirsiniz. Bir şey düşünürken bacağımı yukarı aşşağıya sallarım mesela ve tarif edemeyeceğim şekilde ellerimle oynarım. Nasıl yapıyorum bilmiyorum ama ne zaman kafama bir şey takılsa kendimi o halde buluyorum.

Fobi(korku) Hayatta insan olarak tek bir kişiden korktum. Babam. 23 yaşındayım. Hala kafasını çevirip bana baktığında, kaşlarını çattığında kaçacak delik ararım. Fazla bir korkum yok aslında. Ailemi kaybetmekten korkarım. Her ne kadar çok uzun zamandır kendi ayaklarımın üzerinde dursam da, kendi kendime yetsem de, başım sıkışınca arayacağım birinin olması ve o aradığım kişinin beni her türlü destekleyip arkamda duracağını bilmek dünyanın en güzel şeyidir. Yanlış anlaşılmaktan korkarım bir de. Ben net adamımdır. Lafı dolandırmayı sevmem. Birinden hoşlanıyorsam söylerim, bir olay hoşuma gitmediyse belli ederim. Ama bazen ya ben kendimi ifade edemiyorum ya da karşı taraf yanlış yerden anlıyor, işte o durumdan korkuyorum. En çok da yalnız kalmaktan korkarım her ne kadar korktuğum şey çok uzun zamandır başımda olsa da.

Herkesin ruh halini bir anda değiştiren bir şey vardır. Bir şarkı mesela, yada bir fotoğraf belki bir kişinin sesi... Hemen hemen her şarkı benim ruh halimi değiştirebilir, bir çok resim de değiştirebilir. Ama ruh halimi sadece annemin sesi değiştirebilir, bir de kardeşimin.

Biraz daha direnç göstermek lazım belki de hayata. Biraz daha sabretmek, biraz daha didinmek. Dimdik durmak lazım hayatta belki de. Kimseyi düşünmemek, birinin bir şeye ihtiyacı olduğunda "banane" diyebilmek. Kimsenin acısını kendi acın bellememek lazım belki de, insanlardan kendini soyutlamak.

Ben başaramadım. Bize öğretilen şey "Dünyanın öbür ucunda bir çocuk aç uyuyorsa veya bir derdi varsa, o dert senin derdindir". Her zaman onurlu, gururlu, aileme ve çevreme yakışır biri olmaya gayret ettim. Belki de yapmamak lazımdı ama, ben insan olmayı başarabildim. İnsan olabilen biri olarak size söyleyebileceğim tek şey; Kaybetmek mi istiyorsun? İnsan ol!

21 Aralık 2014 Pazar

Bugün Benim Doğum Günüm

Herkesin kendini özel hissettiği ve ya öyle olmasını istediği bir gün vardır. Kimisi yüzsüz dür her gün öyle olsun ister. Kimileri de daha mütevazidir. Sene boyunca sadece bir gün şımartılmak ya da özel hissetmek ister. Benim günüm de bugün. Yani doğum günüm.

İlk okul dördüncü sınıfa gidene kadar doğum günlerimi iple çekerdim. Bilirdim ki en güzel pasta bana yapılacak, arkadaşlarım çağırılacak, biz çocuklar ortalığın anasını ağlatırken ebeveynlerimiz hiç sesini çıkarmayacak. Çünkü benim doğum günüm.

Akşamüstü olunca (mesai bitimine yakın) herkesin babası-kocası "kurbağa elbiseleriyle" o askeri araçtan inip evlerine aç gelecekleri için eğlence biterdi. O an "işte bitti" diyorsun. "Koskoca senede bana ayrılan bir gün de hemencecik bitti". Tam o sırada kapı çalar. Doğum gününün bittiğini düşündüğüm anda babam gelirdi, elinde kocaman bir paketle. İçinde ne olduğunu bilirdim yine de sorardım "ne aldın, ne aldın". Kıyafetlerini bile çıkarmazdı. Hemen paket açılırdı. İçinden mini bir langırt tarzı soccer oyunu çıkardı. Hani şu adamlar ayaklarından sahaya yapıştırılmış durumda olanlardan. Hemen bir maç atardık, tabiki ben kazanırdım.

Sonra büyüdük. Artık ne doğum günü vardı, ne de kendimi özel hissettiren bir şey. Çocukken doğum günü demek sınırsız eğlence, istediğin her şeyin yapılması, gülmen için herkesin ayrı ayrı koşturduğu bir gündü. Oysa ben büyüdükten sonra doğum günlerimde, yılbaşlarında bile o kalabalığın içinde ağlardım. Büyümüştüm çünkü. Bugün benim doğum günüm. Uyandım, kahvemi yaptım, sigaramı yaktım. Son on yıldır olduğu gibi, yine yalnızım.

14 Aralık 2014 Pazar

Bit Yavrusu Marketler!

Bildiğiniz üzere Mustafa Kemal Üniversitesi'nde okuyorum. Güzel bir şehir olmasına karşın insanların çoğu gelişmemiş ve halden anlamaz!

Sabahın beşinde arkadaşımdan çıkıp evin altındaki markete indim. Oturduğum yerin uzak olduğunu ve bu soğukta git gel yapmak istemediğimi belirtip kendisinden bir paket sigara ve iki paket kahve istedim. Parasını öğleden önce vereceğimi de belirttim. Hatta telefon numaramı, adresimi not etmesini bile teklif ettiim.
Kendisi hiç düşünmeden hayır dedi. Bir saat sonra hesap vereceğini belirtti. Patron kimse onunla konuşmak istediğimi söyledim. Zira yapacağım ufak bir konuşma o kadar yolu o soğukta ve siste yürümememi sağlayacaktı.

Patronun saat sekizden önce gelmeyeceğini söyledi. Enteresan! saat altı da hesap veriyorsun ama hesap vereceğin adam saat sekizden önce gelmiyor. Bunun üzerine söyleyecek pek bir şey yoktu. Ben de eyvallah diyip mekandan çıktım. Evime geldim, cüzdanımı aldım ve OPET'e gitmeye karar verdim.

Daha önce de Karabük Üniversitesi'nde Mimarlık Ve Şehir Planlama okumuştum. Orası için yobaz bir yer derdim ama sağolsun Hatay Karabük'ü mumla aratır durumda. İnsanlar birbirlerine karşı güvensiz ve soğuk. Ayrıca kimse kimseyi anlamak için bir şeyde yapmıyor! İşin en kötü taraflarından biri de halinizden anlamasını beklediğiniz marketler vs yerler bile onlara daha önce ne kadar para kazandırdığınızı düşünmüyorlar ya da göz önünde bulundurmuyorlar!

Son olarak değerli okurlar, eğer okumak için Hatay'ı seçecekseniz bence bir kez daha düşünün. Zira burada paranız yoksa ki öğrenci olacaksınız illaki paranızın olmadığı günler olucak, kimse sizi dinlemez veya yardımcı olmaz!